top of page

Kieslowski'den sinemaya özgürlük hediyesi: Three colors-blue

Yazarın fotoğrafı: Selçuk GÜREŞÇİSelçuk GÜREŞÇİ

Polonyalı yönetmen Kieslowski'nin Fransız bayrağındaki renklerden ilhamla çektiği üçlemesinin ilki olan three colors-blue filmindeki özgürlük temasına, Juliette Binoche oyunculuğu ile bakıyoruz.

Yıllardır Doğu Avrupalı, Ortadoğulu ya da Afrikalı binlerce insanın özgürlük hayalini gerçekleştirmeye koştuğu bir ülkedir Fransa. Geçmişi ağır acılar dolu Polonya da, çok önemli bir değerini, ünlü yönetmen Krzysztof Kieslowski'yi özgürlüğüne, Fransız temalı üçlemesi three colors'la kavuşturmuş diyebiliriz.

Fransız bayrağının sembolü ve ulusal sloganı olan liberte, egalite, fraternite yani özgürlük, eşitlik, kardeşlik temaları, Kieslowski'nin üçlemesinde sırasıyla kendilerine yer buluyor. Dolayısıyla mavi filminin teması özgürlüktür.

Sevdiklerini kaybetmek özgürleşmeye sebep olabilir mi?

Film, tanınmış bir besteci olan kocasını ve kızını bir trafik kazasında kaydeden Julie'nin, yaşadığı büyük travmayla birlikte her şeyden uzaklaşma isteğini konu eder. Julie, bu uzaklaşmayla esasında özgürlüğü yakalayabileceğini düşünmektedir. Ancak Julie malikanede yaşayan, acısını dahi gösterişli bir havuzda nefessiz kalarak yaşamaya çalışan aristokrasiden birisi iken, aradığı özgürlüğü bulamamaktadır.

Bu noktada geri planda, Kieslowski kendi ülkesi Polonya ile Fransa'yı ekonomik olarak kıyaslamakta, özgürlüğün ekonomik güçle sağlanamayacağına işaret etmektedir. Nitekim filmin yapım yılı olan 1993 yılı, Avrupa Birliği'nin yükselme çağıdır. Böylece Fransa'ya, mutluluğun zenginlikle ilgisinin olmayabileceğini, aksine, özgürleşmenin, zenginliklerden sıyrılabilmekle mümkün olduğunu hatırlatmaya çalışmaktadır.

Filmde bu bakış açısını, Julie, her şeyden uzaklaşarak teyit ediyor. Böylece gerçek anlamda kendisiyle yüzleşebilecektir. Bu düşünceyle, eşinin yarım kalan konçertosunu çöpe atar, malikanesini ve tüm eşyalarını satar ve son olarak da kızının mavi şekerini ağlayarak yer. Bu noktada dilinde olan ifade şudur:

Yapmam gereken tek bir şey olduğunu anladım: hiçbir şey.

Hiçbirşeyliğe doğru geçiş anı, aşağıdaki muhteşem sahneyle tamamlanır. Öyle ki, bir acıyla başa çıkabilmek deyince, filmi seven bir çok kişinin gözünde bu sahne canlanacaktır. Juliette Binoche muhteşem oyunculuğunu, burada büyük bir fedakarlıkla taçlandırıyor. Oyuncu, izlediğiniz sahnede gerçekten elini duvara sürtüyor ve uzunca bir süre elindeki bu izin geçmediğini söylüyor.

Buraya kadar Julie kaybettiklerine karşı kayıtsız, soğuk ve sessiz görünüyor. Yine de vücut dili bize acı içinde olduğunu söylüyor. Böyle davranabilmeyi Juliette Binoche'den başkası performe edemezdi diyebiliriz.

Özgürlük ve hayata yeniden bağlanma

Minimalizme, popülaritesi artan bir akım diyebiliriz. Ancak Netflix kültüründen ilhamla bu duyguya artan ilginin, günümüzde ne kadar sürdürülebilir olduğu tartışmalıdır. Aslında into the wild ya da wild filmleriyle sinemanın yabancısı olmadığı bu duygunun zirvesi kesinlikle blue'da yaşanıyor. Öyle ki burada Julie, aslında özgürlüğü arama çabasında değilken ve hiçbirşeylik istiyorken, adım adım özgürlüğü keşfediyor, gözlemliyor ve hissediyor.

juliette binoche, three colors blue

Özgürlüğü ne denli hissettiğini gösteren yukarıda kare dışında Julie, yeni bir şey olarak, sosyo-kültürel çevresinden farklı bir insanla da aynı noktada buluşabileceklerini görüyor. Nitekim her gün, amaçsız ve yavaşça üzerine kahve döktüğü dondurmasını yediği cafede, dışarıdan gelen flüt sesi onu afallatır. Bir homeless'ın, en büyük konçertolardan birisine, basit flütüyle ilham verebileceğini görmesiyle Julie, insanların hayatta aynı şeyleri düşünen birisiyle tesadüfen etkileşim içerisinde olabileceğini keşfeder.

Dünyanın farklı yerlerindeki farklı insanlar aynı anda aynı düşünceleri düşünüyor olabilir. Farklı yerlerdeki farklı insanların aynı şeyi farklı nedenlerle düşünmesi benim için bir saplantı. İnsanları birbirine bağlayan filmler yapmaya çalışıyorum.

Özgürlüğü buna benzer biçimde adım adım keşfettiren başkaca detayların yanı sıra, bu duyguyu görsel açıdan tamamlayacak olan mavi renk, özgürlüğün rengi olarak filmde birçok sahneye özenle yerleştiriliyor.

Kieslowski'nin kesme şeker detayı

Kieslowski, bir filmde tuvalet sifonunu göstermenin çok kolay olduğunu, ama aslında bunu açıklamanın oldukça zor olduğunu söyler ve asıl amacın "sifonun neden çalıştığını" açıklamaya çalışmak olduğundan bahseder.

Yönetmenin bu bakışını, three colors-blue özelinde, basit bir kesme şeker detayında gözlemliyoruz. Kieslowski'nin, oyuncusunun ruhsal dünyasını en iyi biçimde yansıtabilme konusundaki çabasını aşağıdaki videodan anlayabiliriz.

Preisner, en az Kieslowski kadar bir dahi

Filmde renk teması kadar işitsel doygunluk sağlayan sarsıcı müzikler Zbigniew Preisner'e ait. Üçlemenin hepsine adı geçecek olan gizemli besteci Van Der Budanmajer de zaten Preisner'in ta kendisidir. Filmin müziklerinden özellikle no:6-reprise fazlasıyla etkileyicidir.

Daha fazlası

Film, Venedik Film Festivali'nde Altın Ayı dahil 3 ödül, Cesar'da 6 ödül, Goya'da ise 1 ödül kazanmıştır. Bunun yanı sıra, aralarında Toronto, Locarno ve New York'un da bulunduğu birçok festivalde gösterilmiştir.

Filmden bir bölüm izlemek ve daha fazla resim görmek için burayı, filmi MUBİ'de izlemek için burayı, sinemada renk kullanımıyla ilgili filmloverss yazısı için burayı, Krzysztof Kieslowski'nin biyografisi için burayı, Zbigniew Preisner'in biyografisi için ise burayı ziyaret edebilirsiniz.

Not: Fotoğraflar, IMDB'den alınmıştır.

315 görüntüleme0 yorum

Comments


bottom of page